“Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.” Ahmet Hamdi Tanpınar
Zaman, genellikle tarafların karşılaştığı bir koşul veya durum olarak müzakerenin temel unsurlarından biridir.
Temel müzakere süreçleri ve sonuçları, değer odaklı argüman seçimi, bilişsel süreçler ve motivasyon unsurları da dahil olmak üzere müzakerenin birçok yönü üzerinde zamanın belirleyici etkisi olabilir. Öte yandan insanın bilinçli ve çoğunlukla da bilinçsiz olarak devam ettirdiği iç müzakerelerin çoğu da zamanın kendisiyledir; akışı, darlığı, yetersizliği veya uzunluğu fark etmez, kadim zaman ile insanın müzakeresi hiç bitmez.
Bazen bir güne iş, ev, eş ve çocuklarla ilgili sorumluluklar sığmış, siz bu arada yemeğe, uykuya, spora, kişisel bakıma, sosyalleşmeye zaman ayırmış, kendinizce hiçbir şeyi ve hiç kimseyi ertelemeden günü geçirmişsinizdir. “Hızlı ve etkin”, tam da planladığınız şekilde geçirdiğiniz günün bir kısmını ertesi günü organize ederek, daha büyük bir kısmını da zaman kaybetmemek seferberliği içinde telaşlanarak tamamlamışsınızdır.
Arada, nefesiniz kesintili ve eksik, telefonunuz elinizde, görünmeyen ama pek afili Zaman Yönetimi Üstün Başarı Madalyası göğsünüzde, genelde gündüz değil de gece, el ayak çekilince, başınızda ince bir sızıyla sırtınızı koltuğa yaslar, “ay biraz durayım” dersiniz.
Size saatler gibi gelen birkaç dakika direnir, ay pardon, dinlenirsiniz. İçinizi belli belirsiz bir boşluk duygusu yoklar. Boşlukta yankılanan uğursuz bir ses tam da "acaba sen..." diye başlayacakken siz bir telaş o boşluğu müzik, film, sosyal medya gibi dış uyaranlarla doldurmaya yönelirsiniz. Hatta daha da iyisi, hem zaman bakımından da en etkilisi, bir yandan film ya da dizi bakar, bir yandan sosyal medyada gezinirsiniz. O gün de kitap okumaya vakit bulamaz ama aklınıza gelmişken internetten birkaç yeni yayımlanan kitabı daha hızla sipariş ediverirsiniz. Elinizin altında bulunsun da bir gün sırası gelir nasılsa…
Belki ertesi gün arkadaşlarla, elbette hızlı bir öğle yemeği esnasında “valla bazı insanlar nesini seviyor yalnızlığın, boşluğa bakmanın kardeşim, hem insan dediğin sosyal hayvan” deyip, çıngıraklı bir kahkaha eşliğinde yanarsınız, boşlukla ve yalnızlıkla derdinizi... Belki herkes güler, belki bir ikisi bilir de söyler, bazısı bilir de gizler, bilmez de hisseder; her şeyi hızla ve aynı anda yapma ihtiyacı, çoğu zaman içimizdeki boşlukta duraklamamak için koştura koştura kaçmaya benzer...
Fizikçi Julian Barbour, “The End of Time” (Zamanın Sonu) adlı kitabında, geçmişi ya da geleceği olmayan bir evrende yaşadığımızı, bu ebedi şimdinin içinde zamanın geçişi hakkındaki izlenimimizin de kozmik bir yanılsama olduğunu savunur. Ona göre zaman mutlak değil, meydana gelen olaylara göre farklı algılanan göreceli bir kavramdır. Kısacası zaman, beyinde saklanan birtakım hayaller arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır.
Elbette Barbour’un bakış açısını benimsemek, ne bir günü 24 saat, bir saati 60 dakika olarak kabul ettiğimiz gerçeğini değiştirir; ne de hiçbir iş yapmamayı, hiçbir sorumluluk üstlenmemeyi, her şeyi yaymayı ve ertelemeyi beraberinde getirir. Her şeyi hızla tüketmek kadar, kronik erteleme durumu da toksiktir. Ancak zamanın akışına yönelik algımızda kendimize alan açmak, bambaşka mümkünleri peşinde taşıyabilir.
Zaman Yönetimi kavramı, iş yaşamında yönetsel konular ve gündelik sohbetler kadar, müzakere eğitimlerinde de sıkça gündeme gelir. Gündem ve hedefler doğrultusunda akışı yönetirken zaman boyutunu da ele almak elbette hayatidir. Diğer taraftan yönetmek başka, kontrol etme çabası içinde kaynakları tüketmek bambaşka şeylerdir.
Kanımca, zamanı yönetemezsiniz. Gün içinde üstlendiğiniz sorumlulukları telaşlanmadan da az çok aynı sürede gerçekleştirebilir; üstelik yapılacak şeyleri planlamak, plana uymayan şeylerle mücadele etmek ve durmaksızın şikâyet etmek aşamalarına ayırdığınız fazladan zaman ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz. Siz ne yaparsanız yapın, bir biçimde akmaya devam edecek olan zamanın içinde, önceliklerinizi yönetmeyi öğrenebilirsiniz.
Zamanın kendisiyle mücadele ve müzakerenizi, yazının başında karikatürize ederek anlattığım gibi değil; içine kendimizi ve önceliklerimizi yönetmeyi dahil ettiğimiz, gerçek ve faydalı bir kavram olarak içselleştirmek, bugünümüze ve her günümüze bambaşka, ferah feza kapılar açabilir.
Hayat, belki de üç beş dakika arttırma seferberliği kapsamında telaşlanırken kaçırdığımız anlarda gizlenmiştir.
Çiğdem Eren Kiziroğlu