Nutuk’u Yeniden Okumak: Atatürk’ün İkna Mühendisliği
29.10.2025 Okuma süresi 9 dk.

Cumhuriyet'in 102. yılını gururla kutladığımız bu özel günün anısına, Atatürk'ün muhteşem eseri Nutuk'ta ikna tekniklerini nasıl büyük bir ustalıkla kullandığını kaleme almak istedik.


Nutuk’u ilk gençlik yıllarımda bir ders kitabı gibi okuduğumda, yıllar sonra müzakere konusunda bu kadar derinleşeceğim aklımdan bile geçmemişti. O zamanlar Nutuk bana daha çok olaylar, tarihler ve kahramanlık hikâyeleri gibi geliyordu. Büyük bir hayranlıkla ve güçlü bir milli duyguyla okudum elbette, ama bugün geriye dönüp baktığımda o metnin ne kadarını gerçekten özümseyebildiğimden emin değilim. Yani evet, etkilenmiştim ama gerçekten anlamış mıydım? 

Bugün müzakere yönetimi konusunda uzmanlaştığım pencereden baktığımda, o dönem hiç fark etmediğim bambaşka bir zeka görüyorum; Nutuk sadece “ne oldu”yu anlatan tarihsel bir kayıt değil. Nutuk aslında aklın, duygunun ve vicdanın aynı anda ve bilinçli şekilde çalıştırıldığı bir ikna tasarımı. 

Atatürk öyle bir anlatı kuruyor ki bu anlatı yalnızca 1920’lerin yorgun ama hâlâ umutlu insanlarına konuşmuyor; onlarca kuşak sonrasına da seslenecek şekilde tasarlanmış. Bunun için önce o dönemin toplumunu tek bir hedefin etrafında toplaması gerekiyor. Ve tam burada, bugün bizim müzakere teknikleri dediğimiz şeyi inanılmaz incelikle uyguluyor.

Nutuk’ta sadece tarih anlatmıyor; bir yandan hesap veriyor, bir yandan neden-sonuç zincirini kuruyor, kendi liderliğinin meşruiyetini temellendiriyor ve en önemlisi “Cumhuriyet doğru olandır” fikrine gönüllü bir rıza üretiyor. 

Başka türlü söyleyeyim: Nutuk, iyi bir müzakerecinin masa başında uyguladığı teknikleri bütün bir milletin huzurunda uyguluyor. Toplumu hem zihinsel hem de duygusal olarak “doğru olan budur” çizgisine taşıyor.

 

65.png 1 MB


LOGOS – PATHOS – ETHOS

Eğitimlerimde çok sevdiğim bir çerçeve var ve her anlattığımda insanlara ilham verdiğini biliyorum. Aristoteles’in ikna için tanımladığı üç ayak: logos, pathos ve ethos. Çok kabaca şöyle: Bir fikrin kabul görmesi için akla dayanması gerekir (logos). Ama sadece akıl yetmez; kalbe değmesi gerekir (pathos). Ve konuşan kişiye güvenmek gerekir; yani onun ahlaki, meşru ve tutarlı biri olduğuna inanmak gerekir (ethos). Başka bir deyişle, bir topluluğu ikna etmek istiyorsan sadece mantık değil, duygu ve vicdan da masada olmak zorunda. 

İşte biz de eğitim ve uygulama çalışmalarımızda bu üç unsururun dengelenmesi halinde insanlarda nasıl etki yaratabileceğini tartışıyoruz. Bizim anlatmaya çalıştığımız seviyenin kat be kat üstünde bir ustalık sergileyen Nutuk’a, bir de müzakere penceresenden bakınca ayrı bir heyecan duyuyoruz.

Bilimsel Kanıtlar – LOGOS

Nutuk’u dikkatle okuyunca ilk göze çarpan şey şu: Atatürk hiçbir iddiayı boş bırakmıyor. Her söylediğini destekliyor. Bu destek sadece “inanın bana” tarzı değil; belgelere, rakamlara, tarihlere ve başka otoritelerin onayına yaslanan bir destek. Telgraflar, resmi tutanaklar, kongre kararları, askerî raporlar, hatta fetvalar… Hepsini konuşmanın içine alıyor. Yani “Ben böyle düşünüyorum” demiyor, “İsterseniz birlikte okuyalım” diyor. Son derece bilinçli bir ustalıkla  karşındaki kitlenin kendi kararını kendi vermesini sağlıyor.

Ayrıca anlatıyı sürekli sayısal veriyle, somut ölçülerle destekliyor. Asker sayıları, cephane miktarları, parasal tablolar, oylamalardaki sonuçlar… Rakamlarla, tartışmayı duygusal zeminden çıkarıp “gerçeklik" zeminine taşıyor. Bunun yanında zamanı da çiviliyor. Bir olayı aktarırken “8/9 Temmuz gecesi saat…” diyecek kadar net saat vererek anlatıyor. Bu, hikâyeyi “ben öyle hatırlıyorum” seviyesinden çıkarıp “resmî kayıt düzeyinde, denetlenebilir bilgi” seviyesine getiriyor. 

Bir de çok ilginç bir şey var ki ben buna bayılıyorum: Otorite kullanımı. Bugün müzakere eğitimlerinde anlattığımız “otorite taktiği”ni birebir uyguluyor. Özellikle dinî meşruiyet gibi toplum için hassas alanlarda “Ben böyle düşünüyorum” demiyor; dönemin itibarlı din alimlerinin fetvalarını getiriyor. Yani “Bu sadece benim görüşüm değil; değer verdiğiniz kişiler de bunu söylüyor” diye çerçeve kuruyor. Ve topluluğun zihnindeki “Acaba?”yı otomatik olarak yumuşatıyor.

Şu ayrıntı ise bence büyüleyici: Atatürk logos’u –yani mantık ve kanıta dayalı iknayı– buz gibi bir soğukkanlılıkla kullanmıyor. Batı kültüründen türemiş müzakere kaynaklarından çok farklı, tamamen Türk kültürüne uygun bir teknik kullanıyor.  Bizim kültürde mantık ile duygu birbirinden bu kadar net ayrışmaz. Atatürk de bunu çok iyi biliyor. O, mantığı duygudan tamamen koparmıyor; tam tersine, mantığı duygunun içine gömerek veriyor. Yani sadece sayı vermiyor, sayının ne anlama geldiğini da hissettiriyor. Bu yüzden dinleyen kişi hem “Evet bu gerçek” diyor, hem de “Ve bu benim meselem” diyor.

 

62.png 1.43 MB


Duygusal Kanıtlar – PATHOS

Gelelim duygunun alanına. Pathos dediğimiz yer,  dinleyenin kalbiyle ve iç dünyasına dokunan alan. Ben eğitimlerde, özellikle pratik çalışırken, en çok burayı önemsiyorum çünkü bizim gibi ilişkisel kültürlerde duygu boyutu, çoğu zaman mantıksal kanıt kadar belirleyici. (İşte mühendislerle yaptığımız eğitimlerde en zorlandığımız alan bu)

Atatürk burada iki aracı ustaca kullanıyor. Birincisi duygusal etiketleme. Kendi yanında olanları “namuslu, temiz kalpli, vatanperver” gibi sıfatlarla anlatıyor. Bu, dinleyicide çok hızlı bir duygusal ortaklık yaratıyor. Türk millletini onurlu, fedakâr, güvenilir bir topluluk olarak birleştiriyor. İşte Cumhuriyet mucizesinin bu kadar yürekten kabulü bu “aidiyet” duygusuyla mümkün olabiliyor. 

İkinci araç hikâyeleştirme. Bugün “storytelling” diye eğitim başlığı yaptığımız şey aslında orada, 1927’de Nutuk’un içinde bütün gücüyle var. Atatürk olayları düz bir “şu oldu, bitti” şeklinde bırakmıyor. Bir ihaneti, bir kaybı, bir cinayeti anlatırken sadece bilgi vermiyor; sahne kuruyor. Dul kalan eşin sesi duyuluyor, yetim kalan çocuğun hali gözün önüne geliyor, çaresizlik her hücrede hissediliyor. Bu, dinleyenin vicdanını yakıyor ve şu duyguyu doğuruyor: “Buna sessiz kalamayız.” Ve tam bu duygunun üstüne yönü gösteriyor; ne yapılması gerektiğini, hangi yolun meşru olduğunu, nereye doğru yürünmesi gerektiğini. Yani Nutuk’un ritmi aslında şöyle akıyor: önce duyguyu ateşliyor  sonra çözümü gösteriyor. Bu yüzden dinleyen (ve bugün okuyan) kişi sadece “anlamıyor”; aynı anda “hissediyor”. 


64.png 935.18 KB
 

Ahlaki Kanıtlar – ETHOS

Şimdi işin bence en sofistike tarafına geldik. Atatürk çok net bir şekilde laik bir devlet hedefliyor. Bu konuda bir gri alan yok. Ama Nutuk’a baktığında dinî ve ahlaki dile yoğun biçimde yer verdiğini görüyoruz. Bu ilk bakışta çelişki gibi duruyor ama aslında akılcı ama bir o kadar da samimi bir strateji. 

Bir yandan dini kendi çıkarı için kullananlara çok sert çıkıyor. Onları “milleti kandırmak için dini araçsallaştıranlar” diye tanımlıyor ve bu tavrı açıkça gayrimeşru ilan ediyor. Ama aynı anda halkın değer kodlarını asla küçümsemiyor. TBMM’nin açılışını cuma namazına, Kur’an okunmasına, dualara, kurban kesmeye bağlaması tesadüf değil. Burada  “Bu mücadele sadece askeri-siyasi bir hamle değil; bu iş vicdani bir görevdir” mesajı veriyor. Yani “Biz bu yola çıkarken sadece strateji konuşmuyoruz, ahlaki bir sorumluluk taşıyoruz” diyor. 

Beni en çok etkileyen taraf ise şu: Atatürk kendisini halkın üzerinde, dokunulmaz bir figür olarak konumlamıyor. “Ben sizden biriyim, sizin değerleriniz benim de değerlerim” tonunu çok bilinçli bir biçimde kuruyor. Bu, lidere uzak bir hayranlık değil; lidere yakın bir güven yaratıyor. Yani lider ile toplum arasındaki mesafeyi kapatıyor ve güveni kişisel düzeyde kuruyor. Etkisi muazzam, çünkü yeni düzeni tepeden indirilen bir proje gibi değil, “bizim ortak ahlaki seçimimiz” gibi hissettiriyor. 

 

63.png 1.3 MB


Bugünün Liderlerine Ders

Nutuk bence liderlik iletişimi açısından “sunum müzakeresi”nin en zor versiyonu. Çünkü elindeki kitle yorgun, bitkin, maddi olarak tükenmiş ama hâlâ bir umut görmek istiyor. Böyle bir topluluğu tek bir hedef etrafında toplamak kolay değil. Lider olarak aynı anda üç şeyi yapmak zorundasın: güven vermek, yön göstermek ve harekete geçirmek. 

Atatürk tam olarak bunu yapıyor. Önce amacı netleştiriyor. Sonra “bu amaca nasıl gideceğiz” sorusunu açıklıyor. Olası engelleri saklamıyor; tam tersine dürüstçe ortaya koyuyor fakat hedeften vazgeçmiyor. “Yol zor olabilir ama yol budur” diyor. Ve bunu yaparken sürekli tekrar ve özetle ilerliyor. Sürekli “Niçin bunu yapıyoruz?” sorusuna geri dönüyor. Bu tekrar kullanımı, insan zihninin dağılmasını engelliyor ve ortak odağı canlı tutuyor. 

Buradan bugünün liderleri için çok net bir tablo çıkıyor. Eğer insanları sadece akılla ikna edersen, büyük ihtimalle şu yanıtı alırsın: “Haklısınız.” Çok güzel, ama kimse hareket etmez. Eğer sadece duyguya oynarsan, “Çok üzüldüm” dersin ama yön değiştirmezsin. Sadece ahlaki çağrı yaparsan da “Evet bu doğru olan” dersin ama aciliyet hissetmezsin. Yani tek hat yetmiyor. Atatürk’ün yaptığı gibi bu üç hattı –akıl, duygu ve vicdanı– aynı anda kullanmak birbirinden çok farklı kişilikte, kuşakta, inançta olan kitlelerin aynı ülküde buluşmasını sağlıyor.

Atatürk hayatı boyunca her alanda sergilediği dehasını Nutuk ile ebedileştiriyor ve bence müthiş bir öngörü ile geleceğin olasılıklarını da aynı bir kahin gibi satır satır anlatıyor.

Bizlere de onu anlamak, tekrar anlamak ve anlatmak düşüyor.

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun.

Ebru Güresin

CampConsensus


Not: Bu metin, Deniz & Tarakçı (2019) – “İkna Teknikleri Açısından Nutuk” çalışmasının bulgularından ilham alır; seçki, mesleki yorum ve anlatım bana aittir.