Aşk kavramını müzakere ile ilişkilendirelim dersek çok mu romantik oluruz?
Muhtemelen oluruz. İş yaşamının bir dinamiği gibi algılanan, yükü ağır "müzakere" kelimesinin yanında "aşk" bir parça bulutsu kalıyor. Sonuçta aşk saf bir olgudur ve iş yaşamındaki dinamiklere tabi olmamalıdır. Müzakere ise ciddiyet isteyen bir süreçtir ve kişisel gündemlerden arındırılmalıdır. O öyle olmalı, bu böyle yapılmalıdır.
Peki öyle mi? Değil! Karşınızda ister patronunuz, ister partneriniz ister potansiyel bir işveren olsun, sevgi ve müzakere ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır.
Eğitimlerde ve grup koçluğu çalışmalarında, insanlara hayata ilişkin temel değerlerini sorarım. Başarı, şükran, inanç, cesaret, coşku, gelişim, denge gibi varoluş değerleri ile birlikte, aile, sevgi, saygı, sadakat, merhamet ve adalet gibi ilişki değerleri de sıkça karşımıza çıkar.
Değerler insandan insana değişkenlik gösterir ama değerlerine göre yaşayabilmek, tüm insanlar için kendinle dost olabilmenin dayanılmaz hafifliğini beraberinde getirir. Yaşamında var olmasına ihtiyaç duyduğu değerleri bilen ve onları onurlandırabilen kişi için aşk, yaşam üzerinden akıp giden bir şey değil, içinde beraber aktığı bir şey haline gelir.
Diğer temel değerlerin büyük çoğunluğu gibi, sevgi de işlevsiz bir kendiliğindenlik ile değil, eylem, bağlılık ve sorumluluk duygusu ile anlam bulur.
Sevme Sanatı’nda Erich Fromm, "Sevebilmek sanattır ve tıpkı sanatta ustalık kazanmak konusunda olduğu gibi sevgi de üzerinde çalışılmayı, pratik yapmayı gerektirir” der. Sevginin üretken, emeğe ve eyleme dayalı yönünü vurguladığı bu tanım içinde sevgi, sevdiğimiz şeyin varlığını sürdürmesi için gösterdiğimiz etken ilgiyle mümkündür.
Müzakere süreçlerinin hedef odaklı ve emek yoğun yapısı, aşk ilişkilerinin tutkulu doğasıyla tam da bu noktada birleşir. İnsan uğruna emek verdiği şeyleri sever ve sevdiği şeyler için de emek verir.
Çiğdem Eren Kiziroğlu